Geç olsun güç olmasın diyerek Fi izledim, zamanında izlememiştim. Dizide çok güzel bir replik geçti: "ben seni sevdim elbette ama seninleyken kendimi hiç sevmedim". Lafın düşündürttükleri üzerine bir yazı döşeyeceğim.
Beklentilerinizi pek şişirmeyeyim ama diziyi beğendim. Kaynatayım diziyi biraz.
Öncelikle güzellik... Ben Serenay Sarıkaya'yı özellikle aklımda tutmazdım ama Allah'ım bu dizide inanılmaz güzel. Nasıl güzel ceylan gözleri var, o nasıl bir positive canthal tilt, o nasıl iyi bir no makeup makeup? Tamamen eşit bir cilt tonu, belirgin dudak çizgileri... Kadının güzelliğinden zevk aldım resmen. Saçlarının topuzları, o diz üstü pofuduk bale çorapları. Duru karakteri kendi başına bir görsel şölendi. Balerin karakterlere bitiyorum zaten, Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi'ndeki Cate Blanchett de unutulmaz değil midir? Ben böyle basit şeylerden, özentilerimden çocuk gibi tetiklenirim ve evet gittim 4 sene sonra yeniden klasik dans kursuna yazıldım. O esneme işkencesi tekrar çekilecek, yapacak bir şey yok. Artık adres değiştirmek gibi bir planımız olmadığı için umarım bu sefer kesintisiz bir süreç olacak, bakalım bu hobimi uzun götürebilecek miyim tam bir maymun iştahlı hobby slayer olarak?
Geçenlerde yazdığım avcılarla ilgili yazıdan sonra dizi nasıl bir tesadüf olmuş, ona da şaşırdım. Spoiler vereceğim, merakta kalmak isteyen okumasın, Psikolog Can karakteri narsist avcı profiline cuk-cuk-cuk oturan bir karaktermiş. Kızın ilişkisine, bu ilişkide mutlu olduğuna dair aklına şüpheler ekmesi, çifti birbirine yalan söyleyeceği-eksik bilgi vereceği durumlara düşürüp sonra bunları sinsice afişe etmesi, zayıflıkları hakkında bilgi toplayıp bunları kullanması. Hepsini kızı çok sevdiği için yaptığına kendini inandırıp davranışlarını rasyonalize etmesi. Herkes hakkında en iyi kararı kendisinin verdiğini düşünen ve herkesi kullanan bir narsistin anatomisi. İbretlique...
Uzatmadan hikayesini anlatıp biten dizilerden Fi. Yine spoiler, başrol çiftini hiçbir şey olmamış gibi barıştırmamaları ve kendi yollarına göndermesi de iyiydi. Her şeyi aşan efsanevi aşk masalındansa hatalı kararlarımızın bize bedel ödeteceği ve bir şeyleri kaybetmemize yol açacağı gerçeğini görmek daha iyi bir mesaj.
Gelelim yazının ana konusuna. İnsan karmaşık bir canlı, çok karmaşık. İç dünyamız katman katman. Birçok potansiyeli içimizde barındırıyoruz. Hani bazen davranışlarımızı kendimizi sınırlayarak kontrol etmemiz gerektiğini söylediğimizde "bir insanın içinde varsa zaten yapacağını yapar" gibi komik ötesi bir söylemle karşıt argüman ürettiğini sanan insanlar oluyor ya... Arkadaşlar üzgünüm de, konu neyse, "o" zaten tüm insanların içinde var. Tek bir insanın potansiyelinde farklı farklı versiyonları var. Çevresel etkiler hangisinin ortaya çıkacağını belirlemede pay sahibi mi? Tek başına olmasa da, evet, tabi ki.
Duru karakteri hırslı. Parlamak, görülmek, fark edilmek istiyor. Can'ın tespit ettiği, harekete geçtiği nokta da burası. Duru'nun erkek arkadaşı Deniz ise bu versiyondaki olumsuz potansiyeli -geçimsizlik, sosyal izolasyon, istismara açıklık- görüp bunu sınırlamak isteyen birisi. Can'ın oyunları sonucunda Duru, Deniz'in kendisine olan -sonradan anlayacağı üzere aslında yararlı- müdahalelerini kötü-baskıcı algılayarak hırsını serbet bırakıyor. Başka bir versiyonuna geçmeyi seçiyor. Ancak görüyor ki her seçiş bir vazgeçiştir. Bir şeyleri elde etmenin bedeli başka şeyleri kaybetmektir. Mesela güven veren, ruhu teskin eden bir sevgili, mesela kötü günde kapısı çalınacak bir arkadaş, mesela aynaya baktığında seni utandırmayacak temizlikte bir ruh...
Peki farklı bir versiyonumuzu aramak her zaman ilişkilerimizi bitirmek zorunda mı, her zaman kötü mü? Yazıyı yazma sebebim aslında olmadığını söylemek. Hikayedeki problem aslında Duru karakterinin de Deniz'le ilişkisinin de hayatta neredeyse her şeye sahip olmaya denk gelen bir konumda olması, rüya gibi bir hayatı vardı aslında Duru'nun. (Bu arada, dizide ilk bölümlerde kimsenin Deniz'in Duru'nun bizzat derslerine giren ve onu diğer öğrencilerden kayıran bir öğretmeni olduğu gerçeğinden rahatsız görünmemesi çok garip değil miydi? Hani kız 20 yaşında iken başladılar desek adam en erken 30'lu yaşlarında, onu gayet kayırabilecek bir konumdaydı, aslında ne kadar sakat bir denge ama neyse orasını hadi geçelim.) Fi hikayesinde anlatılan esas problem daha iyi versiyonunu aramak değil hırsın fazlası ve açgözlülüktü.
Yoksa herkes, daha iyi versiyonunu arar. Şunu söyleyebilirim ki bir ilişkinin bizi daha iyi bir versiyonumuza ulaştırması bizim ilişkiden alacağımız tatmini artıracakken daha kötü bir versiyonumuzu ortaya çıkarması da bizim ilişkiye olan bağlılığımızı sorgulatır. Dizide Duru'nun Deniz'le ilişkisini hırslarını törpülediği için, Can'la ilişkisini de hırslarını kendini sevmeyeceği kadar beslediği için bitirmesi buna örnektir.
Her ne kadar günümüzün bir ilişkiyi sürdüremeyen ama ilişki konusunda uzman uzman konuşmayı seven guruları, kişiler ilişkide sanki bağımsız bireylermiş gibi yaşayabilirmiş gibi konuşsa da ilişkiler bireyi şekillendiren organizmalardır. Benle biz bir olabilir mi? Olmaz, olması da gerekmez. Önemli olan güzel bir versiyonumuza bizi teşvik etmesi ve bunu iki taraf için de uyumlu biçimde yapabilmesidir.
Örneğin, diziyi bir kenara koyalım ve beslenme bozukluğu ve bağımlılıkları olan bir çifti ele alalım. Beslenme, birlikte yaşayan çiftlerin birbirlerini en somut şekilde dönüştürecekleri konulardan biridir çünkü birlikte yaşayan çiftler birlikte yemek yerler. Böyle bir çift, kötü bir versiyonunu yaşayan bir çifttir. Karşılıklı olarak kötü versiyonlarını yaşamaları da onları bir döngüye sokar, bundan çıkamazlar. Biri diyet yapmaya karar verdiğinde diğeri pasta getirir, diğeri yürüyüşe çıkmaya yeltendiğinde partneri dizi maratonuna girer, bu iş de böyle sürer.
Bazen, kendi kilo verdiği zaman veya bağımlılığından kurtulduğu zaman partnerini terk eden kişiler görürüz ve genel eğilim bu kişiyi kınamaktır değil mi? Kötü zamanında sana destek olan kişiyi sen nasıl terk edebiliyorsundur, ne kadar nankörsündür vesaire. Bu sorgulamalar doğru olabilmekle birlikte bazen de olayda terk edilen partnerin kişiyi kötü versiyonuna çeken biri olduğu gerçeğini göz ardı edebilir. Belki de o kişi kendini "partnerine rağmen" düzeltmiştir, partnerinin desteğiyle değil. Zira bazı insanlar kendilerini iyiye gitmeye zorlamak istemedikleri için karşının iyileşme çabasını baltalayarak ilişkiyi sürdürmeye çalışırlar.
Unutmayın, herkesin kendiyle ilgili hayalleri var ve herkes daha iyi bir versiyonunu yaşamak istiyor. Bir kişi sizinle çok fazla kavga ediyorsa, bu çoğu zaman onun kendini hayal ettiği noktaya gitmesine engel olduğunuz için gerçekleşiyor. Kendinizin iyi bir versiyonunuzu yaşamamanız, salmanız, motivasyonsuz olmanız, karşı tarafın kendiyle ilgili çabalarına kötü laflar etmeniz, moral bozmanız, uyum sağlamamanız uzun vadede ilişkiye zarar veriyor, bazen de geri dönülmez olarak.
Bununla birlikte, olduğumuz kişinin daha ne kadar iyi bir versiyonu olabileceği, bu arayışın veya hırsın bir sonu olup olmasını gerektiğinin sorgulanması da kişinin kendinin boynunun borcu, üstte anlattığım üzere Duru karakterinde görmüş olduğumuz gibi. Daha somut konuşursam, günümüzde kadınların görevi haline geldi bu sorgulamayı yapmak. Çünkü türün gelişim öncüsü dişilerdir, hep böyle oldu, biz bunları anlattıh, kadının olayı talep etmektir ama kadının da olayının bu olduğunun farkındalığına varması ve bunu kontrol etmesi, açgözlülüğe düşmemesi gerekir. Kadın olduğu yerden tatmin olan bir canlı olsaydı bugünlere evrimleşemezdik, içten bu gelir ama bunun sonu da yoktur. Bakın geçen güzel bir twit gördüm:

Ölçü, ölçü her durumun gerekliliği. Daha iyi versiyonunuza ulaşmanız, ulaştırmanız ama ne oldum-olacağım delisi olmamanız dileğiyle...